Bir Yargıtay Kararı Hakkında Düşünceler

Bir Yargıtay Kararı Hakkında Düşünceler

Daha önce murisin, sağlığında açtığı hile veya ikrah nedenli tapu iptali ve tescil davasından feragat etmesi sonrasında bu defa vefat gerçekleşince de  mirasçılarının muris muvazaası nedenli tapu iptali ve tescil davası açmaları halinde , (murisin ilk davadaki iradesinden  dolayı) açılan bu davanın reddinin gerekeceğini öngören Yargıtay kararlarına değinmiş idik(Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2014/14050 E. 2015/1450 K. sayılı 29.01.2015 tarihli ve 2013/21663 E. 2015/8092 K. sayılı 02.06.2015 tarihli kararları)

Bu konunun yarattığı sakıncadan bahsetmiş ;  yasayı dolamak isteyen kişilere bir bakıma imkan tanınmış olabileceği hakkında düşüncelerimizi belirtmiş idik.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na intikal etmiş bir dosyada ise , bu konu hakkında bir görüş ortaya çıkmış bulunmaktadır. İsabetli bir biçimde, açılan ilk davadaki iradenin (hile hukuksal nedenine dayalı olarak dava açılıp bu davadan feragat edilmesinin) murisin başlangıçtaki mal kaçırma kastı ile muvazaalı işlem yapma olgusunu ve iradesini ortadan kaldırmayacağı sonucuna varıldığı belirtilerek 2021/947 E. 2023/615 K. sayılı 14.06.2023 tarihli karar verilmiştir.

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davalarda murisin gerçek iradesinin saptanması zaruri olup; her olayın kendine özgü olduğu da atlanmadan 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İBK’daki kriterlere göre ve TMK 2 ile 3. maddeleri de gözetilmek suretiyle konunun çözümlenmesi adaletli olacaktır.

 

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2021/947

K. 2023/615

T. 14.6.2023

DAVA : Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulüyle İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davacı … yönünden davanın feragat nedeniyle, diğer davacılar yönünden davanın esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

KARAR : I. DAVA

Davacılar vekili dava dilekçesinde; tarafların ortak murisi …’ın maliki olduğu 1088 ve 1143 parsel sayılı taşınmazlardaki 1/4’er paylarını satış göstermek suretiyle davalı oğluna devrettiğini, gerçekte bir satış işlemi yapılmayıp taraflar arasında bir para alış verişi olmadığını, yapılan işlemin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek dava konusu taşınmazlarda davalıya devredilen hisselerin iptali ile payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmiş, davacı … 23.05.2014 tarihli dilekçesi ile davadan feragat etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili; yapılan satışın gerçek bir satış olduğunu, murisin hissesini müvekkiline satması karşılığında taşınmaz üzerine müvekkilinden ev yapmasını istediğini ve ölene kadar bu evde oturacağını beyan ettiğini, kendisinin ve eşinin emekli olduklarını, tüm ikramiye ve birikimleri ile ev yaptırdıklarını, karşılığında hisselerin devrinin gerçekleştiğini, bu satış nedeniyle diğer çocukların murise baskı yaparak tapunun iptali için dava açmasını istediklerini, miras bırakanın Erzin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1995/164 Esas, 1996/59 Karar sayılı dava dosyasında hile hukuksal nedenine dayalı olarak dava açtığını, ancak murise vaad edilen ev yapıldığından pişman olduğunu, diğer çocuklarının talebi üzerine ikinci kez davalıdan bir miktar daha para alarak davasından feragat ettiğini, anılan bu davanın da murisin gerçek iradesinin mirasçılarından mal kaçırmak olmadığı gibi yapılan işlemin de bağış işlemi olmadığını net olarak ortaya koyduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesi’nin 10.07.2018 tarihli ve 2014/452 Esas, 2018/482 Karar sayılı kararıyla; murisin tüm malvarlığı olan dava konusu taşınmazlardaki hissesini satmasını gerektirecek bir ihtiyacının, davalının da satın alabilecek ekonomik gücünün bulunmadığı, dava konusu hisselerin tapudaki satış bedellerinin gerçek değerlerinin çok altında olduğu, davalının çocukları olan tanıklar … ve …’ın tapuda devir yapıldığında babalarının murise herhangi bir ödeme yapmadıklarını beyan ettikleri, davalı tanıklarının evin yapımı karşılığında hisselerin davalıya devredildiği ve murisin ölene kadar evde oturduğu beyan edilmiş ise de evin 1994 yılında yapıldığının tanık beyanları ve bilirkişi raporlarından anlaşıldığı, hastane, eczane, cenaze belgeleri ile taraf tanıklarının beyanlarından murisin ölmeden önce oğlu …’ın yanında kaldığı anlaşıldığından davalı tanıklarının beyanlarına itibar edilmediği, murisin ihtiyaçları ile oğlu …’ın ilgilendiği hususu da dikkate alındığında murisin paylarını davalıya bedelsiz devretmesini gerektirir bir minnet borcunun da bulunmadığı, murisin açmış olduğu 1995/164 Esas sayılı davadan feragat etmesinin bu davaya etkisinin bulunmadığı, dosya arasında bulunan ve satış bedeli olarak verildiği iddia edilen bononun alacaklısının … olduğu dikkate alındığında satış işleminin muvazaalı olduğunun ispatlandığı gerekçesiyle davacılardan … yönünden davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davacılar yönünden muvazaa iddiasının sübut bulduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesi’nin 07.01.2019 tarihli ve 2018/1403 Esas, 2019/14 Karar sayılı kararıyla; tapudaki satış bedeli ile mahkemece belirlenen satış tarihindeki bedel arasında fark olmasının tek başına muvazaanın göstergesi olmadığı, muvazaa iddiasına dayalı davalarda miras bırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerektiği, temlikten sonra miras bırakanın davalı … aleyhine Erzin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1995/164 Esas sayılı dosyasında hisselerin temlikinin hileye düşürülerek sağlandığı ileri sürerek açtığı davadan feragat ettiği, somut olgular yukarıda açıklanan ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde miras bırakanın yaptığı temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu söyleyebilme imkânının bulunmadığı, davacıların iddialarını ispat edemedikleri dolayısıyla davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle; davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulüyle ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılmasına; davanın davacı … yönünden feragat nedeniyle diğer davacılar yönünden ise esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

“…Dosya içeriği ve toplanan delillerden,1923 doğumlu mirasbırakan …’ın 13.12.1997 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı çocukları… …, davacı torunları….. ile davalı oğlu….’nin ve dava dışı torunlarının kaldıkları, davacılardan…. ile …..’in yargılama aşamasında öldükleri, mirasçıları tarafından davaya devam edildiği, yine davalı …’nin de yargılama sırasında 27.11.2017 tarihinde öldüğü, mirasçılarının davaya dahil edildiği, muris….’nın, adına kayıtlı 1088 ve 1143 parsel sayılı çekişme konusu taşınmazlardaki 1/4’er paylarını 29.04.1994 tarihli satış işlemi ile davalı oğluna devrettiği, davacılardan …’ın 23.05.2014 tarihli dilekçesi ile davadan feragat ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince; her ne kadar bölge adliye mahkemesince, hile hukuksal nedenine dayanarak ve çekişme konusu taşınmazlarla ilgili olarak, muris tarafından davalı oğluna karşı Erzin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1995/164 E sayılı dosyası ile dava açıldığı, daha sonra murisin bu davadan feragat ettiği, yapılan temliklerin bu nedenlerle mal kaçırma amaçlı olmadığı gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş ise de, muris muvazaası olgusunun işlemin yapıldığı tarihte gerçekleştiği ve sonradan çeşitli nedenlerle muris tarafından dava açılmış olmasının muvazaalı işlemi geçerli hale getirmeyeceği, tüm dosya kapsamı ve dinlenen davacı tanıklarının beyanları göz önüne alındığında murisin tüm malvarlığını teşkil eden dava konusu taşınmazlarını bedelsiz olarak davalıya temlik ettiği, diğer mirasçılardan mal kaçırma kastının bulunduğu sabittir.

Hal böyle olunca, davacılardan … yönünden davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davacılar açısından ise davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru değildir…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesi’nin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacı tarafın iddialarını ispat edecek deliller ortaya koymadığı, dinlenen davacı tanıklarının da muvazaanın varlığı konusunda kesin beyanda bulunmadıkları ve tarafsız tanıklar olmadıkları, salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı, miras bırakanın sağlığında hile iddiası ile açtığı davasından feragat ettiği, o davayla murisin iradesinin muvazaaya dayalı olmadığını ortaya koyduğu, davacı …’nın da muvazaa iddiası ile açtığı davadan feragat ettiği, tüm tanık anlatımları birlikte değerlendirildiğinde; miras bırakanın diğer mirasçılarından mal kaçırmasını gerektirir bir nedenin ve muvazaanın varlığı konusunda somut bir olgunun ortaya konulamadığı, dolayısıyla davacı tarafın muvazaa iddiasını ispatlayamadığı, murise davalı tarafından bakıldığı ve murisin minnet duygusu ile hareket ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacılar vekili; murisin sağlığında açtığı davanın muvazaalı işlemi geçerli hâle getirmeyeceği, dosya kapsamına göre temlik tarihinde miras bırakanın ekonomik durumunun iyi olması, taşınmaz mal satma ihtiyacının bulunmaması, taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değeri ile akitte gösterilen değeri arasında fahiş fark bulunması, davalının temlikin yapıldığı tarihte alım gücünün bulunmamasının miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak yapıldığını gösterdiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda miras bırakan tarafından davalı oğluna satış suretiyle yapılan temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre murisin taşınmazını kendisi ile ilgilenip bakımını yapan oğluna duyduğu minnet duygusu ile devrettiğinin kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. [mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18] maddesinin birinci fıkrası

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme

1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem” şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 Sayılı Kanun’un 19. [mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18.] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.

4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

8. 6098 Sayılı Kanun’un 19. hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

11. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşınmaktadır.

12. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

13. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

16. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1923 doğumlu miras bırakan …’ın 13.12.1997 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı çocukları … …, davacı torunları ….. ve…. ile davalı oğlu …..’nin ve dava dışı torunlarının kaldıkları, davacılardan ….’in yargılama aşamasında öldüğü, mirasçıları tarafından davaya devam edildiği, davalı …’ın da yargılama sırasında ölmesi üzerine mirasçılarının davaya dahil edildiği anlaşılmıştır.

21. Miras bırakan …’ın tüm mal varlığı olan adına kayıtlı 1088 ve 1143 parsel sayılı çekişme konusu taşınmazlardaki 1/4’er orandaki iştirak paylarını 29.04.1994 tarihli ve 391 yevmiye numaralı satış işlemi ile davalı oğluna devrettiği, 25.09.1995 tarihinde hile hukuksal nedenine dayalı olarak tapu iptali ve tescil davası açtığı, Erzin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1995/164 Esas sayılı dosyasında yapılan yargılama sırasında 15.04.1996 tarihli celsede davadan feragat ettiğini bildirmesi üzerine Erzin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 15.04.1996 tarihli ve 1995/164 Esas, 1996/59 Karar sayılı kararı ile davanın feragat nedeniyle reddine karar verildiği, kararın temyiz edilmeksizin 24.05.1996 tarihinde kesinleştiği, davacıların muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak iş bu davayı 11.04.2014 tarihinde açtıkları, davacı …’ın 23.05.2014 tarihli dilekçeyle davasından feragat ettiği görülmüştür.

22. Celbedilen kayıtlara göre murisin 29.04.1994 tarihinde 1088 parseldeki hissesini 28.500.000 ETL, 1143 parseldeki hissesini de 7.500.000 ETL bedelle davalı …’a sattığı, hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre satış tarihinde 1088 parselde satışa konu hissenin 1.742.319.250 ETL, 1143 parselde satışa konu hissenin 2.078.125.000 ETL değerinde olduğu tespit edilmiştir.

23. Davacı tanıkları; taşınmaz üzerindeki evi tüm kardeşlerin yaptırdığını, evi 1994 yılından bu yana kimsenin kullanmadığını, miras bırakanın da bu evi kullanmadığını, miras bırakanın taşınmazdaki paylarını devretmesini gerektirecek nedeni bulunmadığı gibi davalının da taşınmazı satın alabilecek ekonomik gücünün olmadığını, tapudaki devrin bedelsiz yapıldığını, murisin ölmeden önce son zamanlarında sağlık durumunun kötüleştiğini ve en küçük oğlu olan …’ın evinde kaldığını, murisin sağlık işleri ile davalının ilgilendiğini belirtmiş; davalı tanıkları ise; taşınmaz üzerindeki evi davalı …’nin yaptırdığını, murisin ölene kadar bu evde oturduğunu, ev yaptırması karşılığında murisin davalıya hissesini devrettiğini, murisin oğlu … … ile birlikte kaldığını, muris ile … …’in ilgilendiğini, murisin sağlık işleri ile davalının ilgilendiğini, muris ile o dönem … … ilgilendiği için davalının … …’e para verdiğini beyan etmişlerdir.

24. Muris muvazaasına ilişkin genel açıklamalardan ve uyuşmazlığa konu olan dava ve toplanan deliller kısaca özetlendikten sonra hemen burada murisin açmış olduğu 1995/164 Esas sayılı davadan feragat etmesinin bu davaya etkisinin bulunup bulunmadığı hususu açıklığa kavuşturulmalıdır.

25. Muvazaalı bir sözleşme başlangıçtan beri geçersiz olduğundan taraflar için herhangi bir alacak ve borç doğurmaz. Bu tür sözleşmeler yapıldıkları andan itibaren taraflar arasında bir hüküm ve sonuç doğurmayacağından genel muvazaa davalarında verilen bu kararlar açıklayıcı nitelikte kararlardır. Hükümsüzlüğün doğal sonucu olarak da, muvazaanın ileri sürülmesi kural olarak zamanaşımına ya da hak düşürücü süreye tâbi tutulmamıştır. Muvazaa nedeniyle geçersiz olan bir sözleşme, belirli bir zamanın geçmesi, muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya tarafların sözleşmeye icazet vermesi hatta tarafların sözleşme hükümlerini yerine getirmeleri ile de geçerli hâle gelmez. Bir başka anlatımla muvazaalı sözleşme daha sonra meydana gelen herhangi bir sebeple geçerli hâle gelmez. Tarafların muvazaalı sözleşmeye verdikleri icazet, yeni bir sözleşme niteliği taşıyorsa kendi içinde hüküm ve sonuç doğurur. Geçersiz olan muvazaalı sözleşme herhangi bir nedenle sonradan geçerlilik kazanamasa da; bazı durumlarda bazı kişilerce bu geçersizlik ileri sürülemez. Örneğin, muvazaanın varlığı ya da yokluğu yönünde tarafların feragat veya kabulleri varsa 6100 Sayılı Kanun’un 311. maddesi uyarınca feragat ve kabul kesin hükmün sonuçlarını doğuracağından, taraflar feragat ve kabullerinin aksini iddia edemezler. Yine muvazaanın bulunduğuna ya da bulunmadığına ilişkin kesin bir hüküm varsa bu kesin hüküm de tarafları bağlar. Ancak değinilen bu usul kurallarının taraf olmayan kişilerin açacakları davaları doğrudan etkilemeyeceği, sadece birer delil olarak değerlendirileceği kuşkusuzdur (Eraslan Özkaya, Açıklamalı-İçtihatlı İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 2020, s.194,198 vd.).

26. Yukarıda açıklandığı üzere muris muvazaası davaları, murisin gerçek amacı ile açıkladığı iradenin çeliştiği durumlarda ortaya çıkan bir dava türüdür. Muris muvazaasında görünüşteki sözleşme tarafların gerçek iradesine uymadığından, gizli sözleşme ise öngörülen şekil koşullarını taşımadığından geçersiz olacaktır. Bu nedenle bu davalarda murisin temlik tarihindeki asıl irade ve amacının tereddüte yer vermeyecek şekilde saptanması zorunludur. Muris tarafından bu şekilde muvazaalı temlik yapıldıktan sonra, muris tarafından irade fesadı hâline dayanılarak tapu iptali ve tescil davası açıldığı durumda dahi kural olarak yine yapılan işlemin muvazaa örtüsü altında yapılıp yapılmadığı araştırılmalıdır. Örneğin, murisin açtığı davadan sebepsiz yere feragat edip etmediği ya da bilerek delil bildirmeyip davanın reddine sebep olup olmadığı ve bu suretle de muvazaayı gizleme kastıyla hareket edip etmediği, açılan davanın muris muvazaası için kesin hüküm niteliğinde olup olmadığı her somut olayın özelliğine göre ayrıca değerlendirilmelidir. Eldeki uyuşmazlıkta, miras bırakan tarafından açılan ve sebep belirtmeden feragat edilen davanın hukuki nedenleri ve tarafları farklıdır. Bu davada mirasçılar açıkça muris muvazaası hukuksal nedenine dayanarak miras hakkının çiğnenmesinden dolayı üçüncü kişi sıfatıyla dava açmaktadırlar. Söz konusu davanın bu dava için kesin hüküm niteliği taşıdığından söz edilemeyeceği gibi, miras bırakanın feragat beyanının da mal kaçırma kastıyla hareket etmediğini kanıtladığından da bahsedilemeyecektir. Elbette açılan davanın miras bırakanın muvazaayı gizleme kastıyla hareket edip etmediğinin saptanması bakımından sadece delil olarak değerlendirilebileceği kuşkusuzdur. Zira muris muvazaası olgusu işlemin yapıldığı tarihte gerçekleşmiş olup, sonradan çeşitli nedenlerle muris tarafından dava açılmış olması muvazaalı işlemi geçerli hâle getirmeyeceği gibi temlik tarihindeki kastını da ortadan kaldırmaz.

27. Mevcut deliller tüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde; miras bırakanın tüm malvarlığı olan dava konusu taşınmazlardaki hissesini satmasını gerektirecek bir ihtiyacının bulunmadığı, davalının da satın alabilecek ekonomik gücünün bulunmadığı, dava konusu hisselerin tapudaki satış bedellerinin gerçek değerlerinin çok çok altında olduğu, davalı ev karşılığı devir savunmasında bulunmuş ise de payların sadece küçük bölümü ile dahi söz konusu evin yapılabileceği, alınan bilirkişi raporuna göre evin 1994 yılında yapıldığı göz önüne alındığında bu yöndeki savunmaya ve davalı tanıklarının beyanlarına itibar edilemeyeceği, yine satış bedeli olarak verildiği iddia edilen bononun alacaklısının … olduğu, miras bırakanın söz konusu evi hiç kullanmadığı, ölmeden önce davalının değil oğlu …’ın yanında kaldığı ihtiyaçları ile de oğlu …’ın ilgilendiği, dolayısıyla murisin paylarını davalıya bedelsiz devretmesini gerektirir bir minnet borcunun da bulunduğundan da söz edilemeyeceği, öte yandan davalı tarafça yapılan savunmada bakım ve minnet duygusuna dayalı olarak yapılan bir temlik olgusuna dayanılmadığı, murisin tüm malvarlığını teşkil eden dava konusu taşınmazlarını bedelsiz olarak davalıya temlik ettiği, muvazaalı yapılan bu temlikte miras bırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırma kastının bulunduğu, hile hukuksal nedenine dayalı olarak dava açılıp bu davadan feragat etmesinin murisin başlangıçtaki mal kaçırma kastı ile muvazaalı işlem yapma olgusunu ve iradesini ortadan kaldırmayacağı sonucuna varıldığından, davacılardan … yönünden davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davacılar açısından ise davanın kabulüne karar verilmelidir.

28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; miras bırakan ile davacıların beşeri ilişkilerinin iyi olduğu, murisin mirasçısı dışında başkasına devri mümkün olmayan iştirak paylarını davalıya devrettiği, hile hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davanın miras bırakan tarafından yapılmış olan muvazaanın örtülenmesi amacıyla açıldığının iddia ve ispat edilemediği, söz konusu davada davalının devir karşılığı kararlaştırılan hizmet ve emekleri yerine getirmediğinin iddia edildiği, bu durumun murisin mal kaçırma amacıyla hareket etmediğini gösterdiği, davacıların muris muvazaası olgusu ile miras bırakanın mal kaçırma kastıyla hareket ettiğini ispatlayamadıklarından kararın onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

29. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Açıklanan sebeplerle;

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 Sayılı Kanun’un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 Sayılı Kanun’un 373. maddesi uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,14.06.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

”K A R Ş I O Y”

Dava muris muvazaası hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacılar; miras bırakan anneleri F.’nın 1088 ve 1143 parsel sayılı taşınmazlardaki payını oğlu olan davalıya mal kaçırma amacıyla temlik ettiği gerekçesi ile tapu iptali ile payları oranında adlarına tescil isteminde bulunmuşlar, davacılardan M. yargılama sırasında davadan feragat etmiş, davalı savunmasında; satışın gerçek olduğunu, bunun karşılığı taşınmaz üzerine ev yapmasını istediğini, miras bırakanın kendisine karşı daha önce hile iddiasıyla dava açtığını, bir miktar para vermesi üzerine davadan feragat ettiğini, bu davanın miras bırakanın iradesinin gerçekte mal kaçırmak olmadığını gösterdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesince temlikin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince miras bırakanın temlikteki amacının mal kaçırma olmadığı benimsenmek suretiyle İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmiş, kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince özetle; “…muris muvazaası olgusunun işlemin yapıldığı tarihte gerçekleştiği ve sonradan çeşitli nedenlerle muris tarafından dava açılmış olmasının muvazaalı işlemi geçerli hâle getirmeyeceği, tüm dosya kapsamı ve dinlenen davacı tanıklarının beyanları göz önüne alındığında murisin tüm mal varlığını teşkil eden dava konusu taşınmazlarını bedelsiz olarak davalıya temlik ettiği, diğer mirasçılardan mal kaçırma kastının bulunduğu sabittir…davacılardan … yönünden davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davacılar açısından ise davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği…” gerekçesiyle oy çokluğu ile bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince önceki hükümde direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sonunda Özel Daire kararına uyulması gerektiği belirtilerek direnme kararının bozulmasına karar verilmiş ise de; aşağıdaki gerekçelerle Sayın Çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.

1-)Muris muvazaası hukuki nedenine dayalı davalarda, miras bırakanın satış suretiyle yaptığı devrin gerçekte mal kaçırma amaçlı bir bağış işlemi olduğu iddiası, TMK’nın 6. ve HMK’nın 190. madde hükümleri gereğince davacı tarafından ispat edilmelidir. Bu tür davaların her türlü delil ile ispat edilebileceğinde şüphe yoktur.

2-)Miras bırakanda gerçekte var olan iç iradenin ne olduğunun çözülmesi hukuk dünyası için zor olan konulardan biridir. Bu nedenle miras bırakanın diğer mirasçıları ile beşeri ilişkileri, olayların olağan akışı, sözleşmeyi yapmakta makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, toplumsal eğilimler, yörenin gelenekleri gibi olgular, varsa bu konuda dinlenecek tanıkların beyanları ile birlikte hep birlikte değerlendirilerek sonuca varılmaktadır. Şüphesiz, gerçek iradenin ne olduğunu en iyi bilen kişi miras bırakan ile kendisine devir yapılandır.

3-)Somut olaya gelince;

a-)Miras bırakan, iki adet taşınmazdaki adına kayıtlı olan ve kendisi gibi mirasçı olan birisi dışında başkasına devri mümkün olmayan iştirak paylarını 29.04.1994 tarihinde davalıya devretmiştir.

b-)Miras bırakan bu devirden yaklaşık 17 ay sonra temlikin bedelsiz olduğu, oğlunun kendisine bakmadığı, barınacağı ev yapmayı vadetmesine rağmen yapmadığı, bu şekilde kandırdığı iddiasıyla hile hukuki nedenine dayalı olarak Erzin Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1995/164 Esas sırasında dava açmış, davalı tarafından ev yaptırdığı ve baktığı yönünde savunmada bulunulmuş, aşamada fiil ehliyeti araştırılan miras bırakan 15.04.1996 tarihli oturumda davasından feragat etmiş ve 13.12.1997 tarihinde ölmüştür.

c-)Miras bırakan tarafından, devir iradesinin diğer mirasçılardan mal kaçırmak değil kendisine bir ev yapılması ve bakılması olduğu ileri sürülerek irade fesadı hâllerinden “hile” olgusuna dayalı bir dava açılması, yapılmış muvazaanın örtülmesi amaçlı bir dava olduğunun iddia ve ispat edilememesi hâlinde eldeki davanın reddi sebebi olmalıdır. Çünkü muris muvazaasına dayalı davanın kabul edilebilmesi için miras bırakanın, yukarıdan itibaren sıklıkla açıklandığı şekilde “devirde mal kaçırma amacının” bulunması şarttır. Oysa miras bırakan, davalının devrin karşılığı olan emek ve hizmetleri yerine getirmediğini, bu vaatlerle kendisini “kandırdığını” söyleyerek dava açmıştır. Böyle bir durumda, elinde olan tüm malvarlığını devrettiği, bedel ödenmediği gibi olgular üzerinden muvazaanın varlığı sonucuna varılması, önemli bir delilin kabul edilmemesinin inandırıcı nedenlerini ortaya koyamamak ve hukuka güven ilkesini zedelemek sonucunu doğuracaktır.

d-)Tapudaki işlemin satış suretiyle yapılması hâlinde belirli bir hizmet, bakım ya da emeğin de semen olarak kabul edilebileceği yargısal uygulamalarda yerleşmiş bir olgudur. Davalının, pay devri karşılığının yapı yapmak ve hizmet suretiyle yerine getirdiğine ilişkin davalı tanıklarının beyanları vardır. Miras bırakanın diğer mirasçılarla beşeri ilişkisinde olumsuz bir hâlin varlığı iddia ve ispat edilememiştir. Böyle bir hâlde, davalı savunmasının üzerinden gidilmek suretiyle sonuca varılmasının kabul edilebilir bir gerekçesi bulunmamaktadır. Öte yandan muris muvazaası iddiası, hak düşürücü süre veya zamanaşımına tâbi olmadan her zaman ileri sürülebilir ise de, hayatın olağan akışına göre en geç miras bırakanın açtığı dava ile devrin öğrenilmesine rağmen davanın miras bırakanın ölümünden 17 yıl sonra açılması da dikkat çekicidir.

Hâl böyle olunca, davanın reddine yönelik Bölge Adliye Mahkemesi’nin direnme kararının onanması gerektiği kanaatinde olduğumuzdan Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.

 

Bu gönderiyi paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir