COVİD-19'UN MÜCBİR SEBEP KAVRAMI ÇERÇEVESİNDE İŞYERİ KİRA SÖZLEŞMELERİNE ETKİSİ
11.03.2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü, Covid-19 hastalığını pandemi olarak ilan etmiştir. Gerçekten de Covid-19, tüm dünyayı etkilemiş ve halen de etkilemeye devam etmektedir. Birçok devlet tarafından , gerek şahsi ve gerekse ticari anlamda hayata dair bir çok kısıtlamalar getirilmiştir. Bu dönemde ,pandemiden dolayı ticari hayatın da önemli ölçüde sekteye uğradığı aşikardır. Bir çok ticari işletme, yapılan yasal düzenlemeler çerçevesinde süreli olarak kapatılmış; açık olan işletmeler ise ciddi kar kayıpları yaşamıştır. Özellikle kira sözleşmeleri bazında bu işyerlerinin hukuki durumu da önem arzetmektedir. Covid-19’un sözleşmeler açısından mücbir sebep teşkil edip etmediği ise, ancak “mücbir sebep” kavramının irdelenmesi ile ortaya çıkabilecektir. Yasalarımızda illiyet bağını kesen nedenlerden biri olan mücbir sebep kavramından bahsedilmekle birlikte , mücbir sebebin tanımı yapılmış değildir. Bu anlamda, Yargıtay ; mücbir sebebin tanımını bazı kararlarında yapmış ve geniş bir şekilde mücbir sebebin unsurlarına ve özelliklerine yer vermiştir. Genel olarak bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için, tarafların iradeleri dışında gerçekleşmiş olması, hukuki ilişkinin doğması anında öngörülememiş olması ve öngörülebilmiş olsa dahi tüm önlemlerin alınması halinde bile etkilerinin ortadan kaldırılamayacak olması gerekmektedir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2014/13893 E. 2014/19777 K. Sayılı 15.12.2014 tarihli kararında , mücbir sebep; “bir sorumluluğun yerine getirilmesini veya bir hakkın veya hukuksal imkanın veya kanuni bir avantajın kullanılmasını veya talep edilmesini, kısmen veya tamamen, geçici veya daimi surette engelleyen, bu niteliği dolayısıyla sorumluluğu kaldıran veya yerine getirilmesini, süresini ve vadesini geciktiren veya sorumluluğun niteliğini değiştiren, bir hakkın veya hukuksal imkanın veya kanuni bir avantajın kullanılmasına ilişkin sürelerin yeniden tanınmasını, sürelerin uzatılmasını veya eski hale iade edilmesini gerekli ve zorunlu kılan, kişinin önceden beklemediği, öngöremeyeceği ve tahmin edemeyeceği, beklese ve tahmin etse bile, kişilerin alabilecekleri her türlü tedbirlere rağmen meydana gelmesini engelleyemeyeceği, kişilerin tedbir alma ve ihmalde bulunmama yükümlülüklerini aşan nitelikte ve ağırlıkta olan, dıştan gelen, olağan üstü, olağan dışı ve mutad ve devamlı olanın dışında gerçekleşen nitelikte bir olay, olgu veya durum” şeklinde tanımlanmıştır. Genel olarak salgın hastalığın, bir başka deyişle pandeminin mücbir sebep oluşturup oluşturmadığı ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/11-90 E. 2018/1259 K. Sayılı 27.06.2018 tarihli kararında aydınlatılmıştır. Kararda, “Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır ( Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 582 ).” denildikten sonra, ” Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.” şeklinde, salgın hastalık da mücbir sebep olarak sayılmıştır. Mücbir sebep, zorlayıcı bir olay olmasından başka; öngörülemez ve karşı konulamaz ve de sonuçlarından kaçınılamaz bir olay olmalıdır. Bu açıklamalardan sonra, mücbir sebep nedeniyle , taraflar arasındaki sözleşmesel ilişkide borçlunun borca aykırılıktan sorumlu tutulup tutulmayacağı tartışılmalıdır.Pek tabiidir ki, her hukuki ilişki ve dolayısıyla her sözleşme kendine özgüdür.Her sözleşme kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir. Taraflar arasındaki para borçlarının ve özellikle işyeri kira sözleşmelerindeki kira bedelinden sorumluluğun (sözleşmede aksi kararlaştırılmamış ise) Covid-19 nedeniyle , salgın hastalığın devamı boyunca sona erdiğini söylemek olanaksızdır. Bu süreçte, 7226 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yayımlanarak yürürlüğe girmiş; Geçici 1. Maddesi ile de 01.03.2020 tarihinden 30.06.2020 tarihine kadar işleyecek işyeri kira bedellerinin ödenmemesinin , kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmayacağı düzenlenmiştir. Buna göre, belirtilen tarihler arasında işyeri kiralarının ödenmemiş olması , kiraya veren alacaklıya, akdi fesih hakkı vermeyeceği gibi; bu dönemin kira borçlarının ödenmemesi, kiraya veren alacaklıya, kiracı olan borçluyu kiralanandan tahliye etme hakkı da vermez. Ne var ki; az önce belirtildiği üzere ,bu tarihler arasında işleyecek kira borçları ortadan kalkmamıştır. Kiraya veren alacaklının , icra takibi ile daha sonradan ( yani 15.06.2020 tarihi sonrasında ) kira bedellerini istemesi olanaklıdır. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve yasa ile icra takibi açmak, ancak 15.06.2020 tarihi sonrasında (şayet bu tarih bir yasal düzenleme ile geri alınmaz ise ) mümkün olabilecektir. Diğer taraftan, muaccel hale gelmiş alacaklar için faiz işletilmesi de hukuken olanaklıdır. Zira, faiz istemi borçlunun temerrüdüne bağlı olup; kusura dayanmamaktadır. Son dönemlerde bazı işyeri sahiplerinin ve hatta ev sahiplerinin, kiracılarından belli bazı aylar için kira bedeli tahsil etmediğini de duymakta ve çevremizden gözlemlemekteyiz. Sözleşmesel ilişki bazında pek tabiidir ki; alacaklı böylesine bir karar da verebilir.Ne var ki; alacaklının , borçlunun borcunu ödememesi konusunda bir rızası yok ise bu dönem borçları da tahsil edilecektir. Yalnız, yukarıda açıklanan mücbir sebebin bazı işyerlerinde işletmenin kapatılması, ticaretin bitmesi ve buna bağlı kazancın sağlanamaması veya işyeri kapanmasa dahi işletmelerin olağan iş kapasitelerinin çok çok altında kazanç sağlamaları halinde durum ne olacaktır? Bu hususun , Türk Borçlar Kanunu’nda yer alan bazı yasal düzenlemeler ışığında değerlendirilmesi gerekmekte olup ; şayet şartları varsa sözleşmelerin uyarlanması seçeneği ile durumun yargıya taşınması da olanaklı görünmektedir.Önümüzdeki süreçte, pandeminin etkileri geçse dahi, mahkemelerde pek çok uyarlama davasının gündeme gelebileceği düşünülmektedir. Esas olan sözleşmelerin uygulanmasında her iki tarafı da koruyacak nitelikte önlemlerin alınmasıdır. İyiniyet ve fedakarlığın denkleştirilmesi prensipleri muhakkak göz önüne alınmalıdır.
Bir cevap yazın